Jonathan Anderson Polaroidlerle Bize Ne Anlatmaya Çalışıyor?

Dior’un yeni kreatif direktörü Jonathan Anderson, ilk kadın ve erkek hazır giyim koleksiyonunu 27 Haziran’da sunmaya hazırlanırken, ilham dünyasına dair ilk ipuçlarını Andy Warhol’un ikonik Polaroid kareleriyle veriyor. 80’lerin efsanevi isimlerinden Jean Michel Basquiat ve Lee Radziwill’in portreleri, Anderson’ın vizyonuna dair çok şey söylüyor. 80’lerdeki gibi geçmişle bugünü, sokakla sosyeteyi, sanatla modayı aynı düzlemde buluşturma cesaretini mi göreceğiz?

Anderson’ın paylaştığı kareler yalnızca bir moodboard yansıması değil, bir manifesto niteliğinde. Jean-Michel Basquiat’nın asi ve bohem ruhuyla Lee Radziwill’in aristokrat tarzını aynı çerçevede düşünmek, 1980’ler New York’unun kültürel zenginliğini Dior’un sofistike kodlarıyla yeniden yazmak demek. Bu farklı dünyaların iki boyutlu düzlemde bir araya gelmesi, üç boyutlu gerçekliğimizin geleceği için bir sinyal veriyor. Yeni Dior, sadece stil değil, bir kültür anlatısı olacak gibi gözüküyor.

Bu çok katmanlı anlatımı daha iyi anlatabilmek için Dior, stilist ve kreatif danışman Karen Binns’in ev sahipliğinde bir podcast yayınladı. Yaklaşık 32 dakikalık bu bölümde, Pulitzer ödüllü yazar Hilton Als ve Basquiat’nin yetiştirdiği sanatçı Toxic ile yapılan sohbet, bizi 1980’ler New York’una, Warhol’un objektifinin arkasına, ve Basquiat’nın zihnine götürüyor. Kayıt, Paris’in 10. bölgesinde küçük bir kafede başlıyor, FaceTime üzerinden Als’ın katılımıyla çok katmanlı bir diyalog haline geliyor. 

Karen Binns, birkaç yıl önce Anderson’la İbiza’da bir gece kulübünde tanıştıklarını anlatıyor. Erkekler, erkek modası ve stil üzerine konuştukları bu sohbette, Binns’in şu cümlesi belli ki bir ilham oluyor: “Basquiat’den daha stil sahibi bir arkadaşım olmadı.” Bu tesadüfi sohbet, Dior’un yeni dönemini şekillendiren temel ilhamlardan birine dönüşüyor. Çünkü Basquiat sadece sanat dünyasını etkileyen bir figür değil, aynı zamanda dönemin kültür sahnesini şekillendiren ve ilham veren stil sahibi bir figürdü.

Jean Michel Basquiat, Getty Images

Hilton Als ile ilerleyen bu sohbete göre Anderson, Basquiat’yı sadece sanatsal yönü için değil, stilin bir timsali olduğu için seçti. Bununla birlikte, Karen Binns’in dikkatini çeken bir başka önemli unsur vardı; Basquiat’nın yanına Lee Radziwill’in konumlandırılması. Her ne kadar iki fotoğraf da Warhol’un kadrajından çıkmış olsa da, bu iki karakterin dünyaları dramatik biçimde farklıydı. Radziwill, Kennedy ailesinin zarif yüzü, New York’un en seçkin çevrelerinin stil ikonu idi; Basquiat ise alt kültürden yükselen çarpıcı ve asi bir karakterdi. Ancak tam da bu zıtlık, Anderson’un vizyonunun ne kadar kapsayıcı olduğunu gösteriyor. Warhol’un da 80’lerde yaptığı şey buydu; farklı sosyal katmanları, kimlikleri ve yaratıcı zihinleri aynı ortamlarda bir araya getirmek. Anderson da bugün, Dior çatısı altında benzer bir hikaye anlatmak istiyor. Kapsayıcılık, yaratıcılık ve stilin yeniden tanımlandığı bu çağda, Dior sadece bir moda markası değil, bir kültür platformuna dönüşüyor.

Lee Radziwill, Getty Images

Podcastin en heyecan verici kısımlarından biri, sanatçı Toxic’in anlattıklarından geliyor. 1980’ler New York’unda gençler sahip olmadıkları konumları stil yoluyla inşa etmeye çabalıyordu. Her türlü kıyafet bir ifade biçimiydi. Marka değil, duruş önemliydi. Sokaktan alınan, üstüne boya sıçramış bir parça bile stil temsil eden bir değer olurdu. Bu yaklaşımı popülerleştiren figür, belki de Basquiat’ydi. Binns ile Toxic, bugün Basquiat Dior’un kampanyasında yer aldığını bilseydi ne derdi sorusuna şöyle cevap veriyor: “Bunu size söylemiştim” ve “Neden bu kadar uzun sürdü?” derdi, çünkü o her zaman kendine inandı, başkalarının ona inanmadığı zamanlarda bile. 

Dior’un Anderson yönetimindeki bu yeni döneminde şıklık kültürle iç içe olacak; zarafet orijinallikle yeniden tanımlanacak. Modernlik, sadece formda değil, ilham kaynaklarının çeşitliliğinden gelecek. Basquiat ve Radziwill gibi iki zıt karakterin aynı koleksiyona yön vermesi, modanın geleceğinde çeşitliliklerin aynı kültürde nasıl harmanlanabileceğini gösteriyor. Bu durum yeni bir anlatının başlangıcı olacak belli ki.

Anderson’un vizyonu şöyle yorumluyorum: Dior artık sadece güzel giyinmenin değil, bir kimlik ve kültür sahibi olmanın sembolü olacak. Bu yeni dönem, geçmişin ruhuyla bugünün imkanlarını aynı podyumda buluşturuyor. Beklentiler büyük, ama bu anlatı çok daha büyük.

Başa dön tuşu
Haber Son Havadis