Çerkez Ethem Bir Kahraman mı Hain mi? İstiklal Madalyası Nerede? – Tarih

Bize kalan aziz borç asırlık zamanlardan;
Tarihi temizlemek sahte kahramanlardan! Necip Fazıl
Ülkemizde çok ilginç ön kabuller var. Hain veya kahraman olmak yapılan faaliyete ve gösterilen tavra-duruşa bağlı değildir. Bazı insanlar gününe göre, konjonktüre göre hain ya da kahraman olurlar.
Bir kesimde milli mücadelenin en önemli figürlerinden sayılan Halide Edip, milli mücadele sonrası haine dönüşüverir. Soluğu sürgünde alır. Çerkez Ethem bir dönem Ankara hükümetinin süper kahramanı iken başka bir dönem gelince büyük haine dönüşür. Bu iki önemli figürden söz etmişken ilk ve tek karşılaşmalarını Halide Edip Adıvar‘dan okuyalım: “Ben onu ilk defa karargâhta gördüm. (…) Mustafa Kemal Paşa’ya bazı raporlar götürüyordum. Ethem’i, Paşa’nın karşısında bir sandalyede buldum. Ayağa kalkıp elimi öptü. Normalden güçlü, uzun boyu vardı. Hiç eti olmayan kudretli vücudu canlı bir iskelete benziyordu. Tam Çerkes yapısıydı. Geniş omuzlar, ince bel, uzun bacak ve kollar, kocaman sarışın bir kafa, kısa bir burun ve gayet solgun gözler. Teni hiçbir hava etkisiyle değişmemişti. Kısa burun Anglikan bir mizah anlatıyordu. O odada bu kocaman Çerkes herkesi gölgede bırakıyordu (Halide Edip, Türkün Ateşle İmtihanı).
Esas olarak bu yazının konusu Çerkes Ethem’in “Anılarım” adıyla tab edilen kitabına dair izlenimlerden oluşuyor. Ancak tarihi seyri bir miktar incelemekte fayda var. Bunu yaparken de Ethem beyin yazdığı cümlelerin şehadetine başvuracağız. Önce hakkında özet bilgi:
Çerkez Ethem Bursalı varlıklı bir ailenin oğludur. İki ağabeyi asker olduğu için babası Ethem’in asker olmasına izin vermez. Mal mülk sahibi zengin ve hatırlı bir aile reisidir. Hatta zorunlu askerlik için baba bedel öder. Ancak o evden kaçarak askere gider. Bugün kullanılan şekliyle tezkere bırakır. Alaylı bir komutan olur. Birinci Dünya savaşı sırasında Teşkilat- ı Mahsusa ile çalışır. İstiklal savaşı sırasında durumdan vazife çıkaran yiğit bir adamdır. Kuvayı Milliye emrinde İzmir, Bursa, Biga, Karacabey, Susurluk, Gönen, Düzce, Hendek, Bolu, Adapazarı bölgelerinden birinden diğerine koşup gerek Yunan kuvvetleriyle, gerekse isyancı çetelerle çarpışmalar yaşar. Yozgat’a Çapanoğlu isyanını bastırmaya gönderilir. Buradan da muvaffakiyetle döner. Bu konuda tespiti şudur: “Ankara’da yeni toplanan Millet Meclisi, diğer taraftan cephelerde Yunanlılara karşı döğüşen, milli kuvvetler birbirlerine yardım etmek suretiyle isyanları bastırmak için ellerinden gelen bütün çabaları esirgemiyorlardı.” (Sayfa 21) Tüm bunları yaparken unvanı Cezalandırma Kuvvetleri komutanıdır ve emirleri Ankara vermektedir. Ethem Bey’in tüm süreç boyunca biat ettiği tek merci Ankara, saygı duyduğu, uğrunda ölümü göze alabileceği yegâne kurum TBMM’dir. Bir kişiye ya da özel bir gruba biat ya da hizmet eden bir figür değildir. Esasen Ethem Bey Bandırma’dan 8 arkadaşıyla, Yunan cephesine gitmiş ve Kuşçubaşı Eşref’in muhtemel bir işgale karşı gömmüş olduğu silahları alarak, (teşkilatı mahsusaya ait) mücadeleye başlamıştır. Bir diğer rivayet şöyledir: “23 ve 25 Mayıs 1919’da yapılan davetlerin ardından, görev Çerkez Ethem tarafından kabul edilmiş ve akrabası olan on kişi ile Salihli kasabasına gelerek ilk karargâhını burada kurmuştur. (Muhittin Ünal, Kurtuluş Savaşı’nda Çerkezlerin Rolü, Ankara, 2000, s.197) “Ben kuvvetlerim için talim ve terbiye fırsatı bulamadım. Fakat onları kahramanca döğüştürmeye alıştırdım.” Cümlesi mühimdir. Bu mücadeleye başladığında henüz meclis yoktur ama onun duruşu vardır: “Millet yaşamak ve bağımsızlığını korumak uğruna kan ve ateş içinde çırpınıyor. Böyle bir zamanda herkes, vatanın selameti ve kurtuluşu için varlığını feda etmelidir.” (Sayfa 31) Bu konuya örnek ikinci bir iktibas daha yapalım: “İşte bu fikir ve mülahazaya binaen idi ki, ezcümle İzmit, Adapazarı, Düzce muhitlerinde sakin Müslümanlar arasında icap eden zevatı uyarı amacıyla Yunan istila ordusu karşısında ilk milli cepheleri teşkil ve tesise çalışırken…”(Sayfa 33) Hatta Meclis açıldıktan sonra da Ethem’e savaşı sürdürmek için herhangi bir yardım yapılmamıştır.
Yaptığı faaliyetler neticesinde ortaya çıkan kıskançlıklar, siyasi ayak oyunu ve arkasından çevrilen entrikalar ile ayağının kaydırılmaya çalışıldığını fark ediyor. Bir örnek Gediz taarruzudur. Genelkurmaya bu talep bildiriliyor. Çünkü müstakil bir yunan birliği lojistiği ve kuvvet desteği olmaksızın adeta yem gibi bırakılmış. Aylarca izin çıkmıyor. Kış yaklaşıyor. Yunanlılar Aydın ve Bursa’dan destek kuvvet getiriyorlar. İş tam olmaza binince izin çıkıyor vb.
Muarızlarına soruyor: “Samimiyetten eser kalmayan ve sizinle ortak olan hayatımıza son vermeye geldim. Şu günlerde cereyan eden maskeli ve maskesiz aleyhtarlıklardan amaç nedir?” (Sayfa 98) Ayrıca “Mustafa Kemal Paşaya herkesten çok hulul edebilmenin yolunu bulmuştu. Kendisinin tek arzusu bizzat Garp Cephesi kumandanlığını yani fiiliyatta başkumandanlığı almakta. Bu meyanda benimle şahsen iyi olmadığını tahmin ettiği Refet Paşayı da bu cephede tavzif etti.” Cephe komutanı olan Ali Fuat Paşa Moskova’ya gönderilirken Eskişehir’den yolcu eden Ethem Bey, paşaya kendisiyle birlikte gelmek istediği bağlamında şunları söylemiş: “Siz garp cephesinden ayrılacak olursanız buraya İsmet bey gelecektir. Kendisinin benimle teşriki mesai etmeyeceği ve beni tasfiye etmek için ordunun izmihlali dahil her şeyi göze alacağını tahmin ediyorum.” Zaten yunan saldırısı başladığında da Ethem beyin anlatımına göre İsmet beyin Kuvve-i Seyyarenin bir yanını bilerek Yunana karşı açık bıraktığı görülüyor. Ethem beyin kardeşi Tevfik Bey bunu İsmet beye söylediğinde o açığı kapatacak vaziyette olan birliğin cenup cephesi birliği olduğu şeklinde kaçamak cevaplar veriyor. Bunun da gerçekliği şöyledir: Ethem bey araya girmesi için Mustafa Kemal’e gidiyor. İsmet beyin Kuvve-i Seyyare’yi ordudan ayrı ve dağıtılması gereken bir birlik olarak gördüğünü, bunun yanlış olduğunu anlatıyor. İsmet beyle bütün haberleşmelerini gösteren dosyayı da veriyor. Mustafa Kemal’in yaverine “İsmet Bey hadiselere istediği seyri verdiriyor!” diye serzenişte bulunuyor. Kütahya’ya birliklerinin başına döndüğünde kumandanlıktan feragat etmeyi düşünüyor. Kardeşi Tevfik beye sabırlı olmayı öneriyor. Onun cevabı aslında İstiklal mücadelesinin de bir özeti gibi: “Biz canımızı ortaya koyduğumuz zaman bu zevat İstanbul’da keyfediyordu. İsmet bey o zaman nerede idi? Biz yanımızdaki insanlara namus sözü verdik. Onların hakkını yedirtmeyiz.”
Yüzleştiğinde İsmet Paşa olayı yalanlıyor ancak 27.11.1920 de Çerkez Ethem’in ölü ya da diri yakalanması kararı çıkarılıyor. Birinci İnönü muharebesi sırasında iki ateş arasında bırakılıp yok edilmeye çalışılıyor. Birçok çarpışma ve olaylar sonrasında da siyasi çekişmelere dayanamıyor ve Yunanlılardan geçiş hakkı istiyor. Bu geçiş hakkı ile önce İzmir, Atina ve Berlin’e sonra Mısır ve en son yaşamının son dönemini geçirdiği Ürdün’e ulaşıyor. Bu durum kamuoyuna “yunana sığındı” şeklinde lanse ediliyor. Oysa o intikam benzeri bir saikla hareket etmeyip farklı ülkelere gidiyor. Ürdün’de hayatına devam ediyor. 1938 yılında çıkarılan afla Türkiye’ye dönüşüne müsaade edildiği halde “affedilecek bir suç işlemedim” şeklinde onurlu bir duruş sergiliyor ve yurda dönmeyi reddediyor.
Meclis konusunda heyecanlanan, meclisin varlığı için ağır bedeller ödeyen bir vatansever olarak Çerkez Ethem Bey’in, işin sonunda düştüğü durum tarihin cilvelerindendir. Bu, Ethem beyin, meclise dayanan “Cumhuriyetin” sahibi değil ama en azından ve herkes kadar bir parçası olmak için inandığı yolda mücadele etmiş olduğu, Mustafa Kemal tarafından da hizmetinin takdir edildiği gerçeğini değiştirmeyecektir.
Ethem Bey, kadın mücahitlerin bile güvenip onunla beraber saf tutabileceği bir ortamı oluşturmayı başarmış bir adamdır. Zaman zaman 10.000 kişiye yaklaşan ve meclisin resmi görevini yapan bir gücü yönetmektedir. Emrindeki direniş güçlerinin oldukça disiplinli olduğu açıktır. Resmiyetin anlattığı diğer çeteciler düşünülünce, Çerkez Ethem’i ayırmak ve onun resmi görevini baz alarak değerlendirmek tarihi bir sorumluktur. O bütün gayretine rağmen, ortadaki kaostan, siyasi hırslar ve paranoyadan payına düşeni alıyor ve Anadolu’yu terk etmek zorunda kalıyor. Durumu kavramak için çabalamaktadır elbette. “Ben görüyordum ki, mücadele müddetimin son ayları zarfında dava ve vatan arkadaşlarım diye yıllardan beri bütün varlığımla koruduğum bazı siyasi rakiplerimin amansız husumetine maruz, kalmış bulunuyordum. Uğursuz hastalığım da bunun üzerine binmişti. Bilemiyordum, talih bana niye küsmüştü? Neden yüz çevirmişti?” Bu onun için büyük bir hayal kırıklığıdır. Çünkü o, 18 yaşından itibaren savaşmış, bu süreçte birçok kez yaralanmış ve belki sadece disiplinsizlik ya da başına buyrukluk sayılabilecek meselelerden hiç hak etmediği suçlamalarla karşılaşmıştır. Bu cümlenin gerekçesi şudur: Ethem Bey güç-iktidar hırsıyla, makam-mevki aşkıyla kimyası bozulmuş bir kişi olsaydı, açık iletişim talebine bir türlü karşılık alamadığı İsmet İnönü güçleriyle savaşabilirdi. O dönem buna gücü olduğunu da biliyoruz. Oysa o güçlerini dağıtma teklifinde bulunmuş olan bir kişilik. Anladığım kadarıyla uğruna hayatını ortaya koyduğu Meclis’le savaşan adam olmak istememiştir. Ancak ilginç bir tren yolculuğu anlatımı var. M. Kemal’le Ankara’dan Eskişehir’e geliyorlar. İstasyonda trene bakım yapılacağı için iki saat vakit oluyor. Eskişehir Ethem beyin memleketi gibi. Evi var orada. Dinlenip Bilecik’e öyle gitmek istiyor. Trenden inince oradaki adamları kendisine garip şeyler olduğunu, cephe hattından bazı askerlerin getirildiğini kendisine bir tertip olabileceğini söylüyorlar. Durumu tetkik eden Ethem bey gerçekliği yakalıyor. Silahlı adamlarının toplanması emrini veriyor. M. Kemal’in maiyetinden Antep vekili Kılıç Ali geliyor eve. Paşa hazretlerinin beklediğini söylüyor. Ethem bey kendini bir an kontrol edemeyip soğuk davranıyor. Kılıç Ali karşı operasyon kokusu alıp paşa hazretlerine yetişiyor. İstasyona gittiklerinde ise trenin alel acele gittiği bilgisini alıyorlar.
Prof. İlber Ortaylı’nın bu konuyla ilgili yorumunu bu noktada değerli buluyorum. Haber 7’den Serkan Üstüner’in haberine göre Ortaylı, Çerkez Ethem’in asla hain olmadığını ve kasıtlı olarak yapılmış bir işin olmadığını söyledi. “Çerkez Ethem vatan haini değildir. Politik hırsları olan iki ağabeyin etkisi altındadır. Onlar subaydır. Ethem bey astsubaydır. Cesur ve inançlı biri. Hiç evlenmedi. Kendini bu işe adadı. Yarı eğitimli kişiliğinin gururu muhtemelen milletvekili ağabeylerinin de etkisiyle İsmet Paşa’yla çekişti. Garp cephesi komutanı. Düzenli ordunun subayları bu gibi şeylerden hoşlanmazlar ve ters tarafa düştü. Cezalandırılacağı korkusuna da düştü. Anadolu’da çokça karşılaşılan şeyler bunlar. Bir tarafa sığınmak zorunda kaldı. Bilinçli bir şekilde Yunan’a sığınma durumu yok. Yunanlılarla bir olup saldırma gibi bir olay da yok. Bu vatan ihaneti değil. Zaten kendisi çok büyük isyanları bastırmış ve önemli işler yapmış biri. Herkes vatan haini diyerek bu işler olmaz bu kez gerçek vatan hainlerini es geçiyoruz.” (https://www.haber7.com/guncel/haber/1219657-cerkes-ethem-hain-miydi)
Ethem’e yardım ettikleri gerekçesiyle Güney Marmara’da yaşayan Çerkezlere gözdağı vermek için 1922 yılı sonunda Gönen’in Mürüvvetler köyü topluca sürgün edilmiştir. Bu köyle ilgili bir tepki olmayınca da Gönen, Manyas ve Bandırma’da bulunan diğer Çerkez köyleri 2 Mayıs 1923 tarihinde Sivas, Tokat, Urfa, Muş, Bitlis ve Malatya’ya sürülmüştür. Bu sürgün sırasında pek çok sivil Çerkez ilk sürgüne benzer bir trajedi daha yaşamıştır. Bütün bunlara gerek var mıydı? Sorusuna da cevap gerekiyor elbette: oluşturulan “Hain Çerkez Ethem” efsanesine duyulan ihtiyaç; yeni cumhuriyetin ulus-devlet yapılanmasında etnik kimliklerin baskılama gibi bir zorunluluk olduğu kanaatidir.
Onun durumunu açıklayacağını umduğum cümleler paylaşacağım. Bu cümlelerin tarihi gerçekliğini de siz araştırın bi zahmet: Mustafa Kemal Atatürk “Ethem Bey ihanete zorlanmıştır; fakat hain olmamıştır. Türk Milli Mücadelesi’nde ayrı bir emeğin sahibidir.” Ali Fuat Paşa “Ethem, kardeşleri gibi de değildir, ithamları Mustafa Kemal Paşa’nın şahsı ve makamıyla kesinlikle alakalı değildir. Ethem kurban gitmiştir ve hizmeti de çok büyüktür.”
Ethem beyin gözünden Ankara’nın davranış şeklini görmek ilginç. Ethem beyin Ege’de Yunana karşı durma isteğiyle Ankara’nın Yozgat isyanına verdiği önem beyin yakan cinsten. Buna dair bir alıntı paylaşmak istiyorum. “Ben Eskişehir’e varışımın beşinci günü birliklerimden hücum taburu başta olmak üzere, piyade ve süvari iki bin miktarında bulunan bir kısım kuvvetimi trenle Salihli cephesine göndermiştim. Çünkü ben Yunan ordusunun bir taarruza hazırlandığına inanıyordum. Ankara Hükümeti bu sevkiyatımı haber alınca telaşlandı ve Yozgat isyanı üzerine tekrar dikkatimi çekti. Cepheye olan bu asker sevkimin genel olmadığını Ankara’ya izah etmemiştim. Bundan amacım ise, hissi mecburiyetle Ankara merkezini dua edici halinden çıkartıp bir gayretle onlara, Yozgat isyanının söndürülmesi görevini gördürmek ve Ankara’yı faaliyete alıştırmaktı. Ve bu suretle de bütün kuvvetimle cepheye dönerek olabilecek Yunan genel taarruzunu yerinde ve zamanında karşılamak istiyordum. Maalesef Ankara’ya gidip durumu, Ankara’daki çaresizliğe yüklenen moral bozukluğunu, Ankara’nın değil mevzi bir yöresel isyanı, hatta kuvvetlice bir eşkıya çetesini cezalandırma ve bastırmadan aciz bulunduğunu görmüş ve anlamıştım.” (S. 37-38) Bu hususu yüz yüze görüşmek üzere Ankara’ya gider Ethem bey. GKB İsmet’le konuşur. İsmet elinde Yozgat isyanını bastıracak bir kuvvet olmadığını, birliklerini batı cephesine göndermemesi gerektiğini söyler Ethem beye. O da şöyle cevap verir: “Evet, cepheye olan asker sevkimiz zaten genel değildi. Yozgat cihetine ilişkin düşüncenizi dikkate alarak kuvvetlerimin çoğunu Eskişehir’de tutuyorum. Zaten Ankara’yı ziyaretten maksadım da daha çok benim önemsiz gördüğüm ve sizin pek çok önem verdiğiniz Yozgat cihetlerindeki isyanın derecesini hakkıyla anlamak, sonra Yunan cephesine dair istihbarat ve tehlike arzeden şüphelerimle mukayese ederek, ona göre çok önemlisini tercih ederek yahut mümkün mertebe her iki ciheti de ihmal etmeyerek hatasız bir karar vermemiz içindir.” İsmet’le konuşurken M. Kemal ve Fevzi paşalar da konuşmayı dikkatle dinlemektedirler. Kanaatim odur ki “önce kullanalım sonra ipini çekelim” şeklinde bir kanaate Ethem beyin aşağıya alacağım şu raconu sebep olmuştur.
“Şimdi görüyor ve siz de itiraf buyuruyorsunuz ki, Orta Anadolu’da ve bir köşede hiçbir yabancı ve İstanbul Hükümeti ile irtibatı kalmayan Yozgat isyanını söndürmekten acizsiniz. Anladığım şudur ki, başlangıçtan beri hâlâ durumu kavrayamadınız ve yahut kişisel ve daha önemsiz şeylerle uğraşıyorsunuz. Ve belki de Heyet-i Temsiliye ve Ankara Hükümeti namına yaptığınız tamimlerle, tebliğlerle, konferanslarla her şey olup bitiverecek sandınız ve aldandınız. Af buyurursunuz, bu serzenişten muradım, bu gafletler tekerrür etmesin dileğine yöneliktir. Ben bu kalan isyan meselesini de emriniz üzerine, uhdeme alıyorum. Ve sizleri bu beladan kurtaracağımı sanıyorum.” (S. 39-41)
Sonuçta kitabın tamamını aktaracak ne enerjim ne yerim var. Kısaca toparlayalım: Ethem Bey, askeri bürokrasi içinde yetişmemiş ama bir o kadar askerliğin ruhunu kavramış dolayısıyla askeri bürokrasi tarafından “anlaşılmamış ve alışılmamış” bir karakterdir. Hep sonuç odaklı olmuş, acil müdahale gerektiren işlerin adamıdır. Bir söz var, akıllı plan yaparken deli uygular diye. Askerler tarafından öyle görülmüştür. Sonuçta ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabilmiştir.
İstiklal savaşında yunana ilk karşılığı veren, cepheyi kuran, TBMM’ye karşı başlatılan isyanları bastıran… İnanılmaz gayret ve fayda sağlayan bir insan olarak siyaset kurbanı oluyor. Bu hazin bir son. Çerkez Ethem’in anıları, bize ezberletilen ve ezber penceresinden baktığımız olaylara, gerçek olan başka bir ekrandan bakmak gibi. İsmet ve Fevzi Paşa’nın penceresinden bakınca ise Ethem bey büyük rakip. Tarih kitaplarında hain olarak damgalanan herkese karşı daha dikkatle bakmamızı gerektirecek bir bakış açısı sunuyor kitap. Ethem beyin yaptıklarının yüzde birini yapanlar madalya, o hain damgası aldı… Biz bütün ezberlerden, iğvalardan ve yönlendirmelerden kurtularak tarihi şahsiyetleri, özellikle hatıratlarını okuyarak, yeniden değerlendirmeye almalıyız. Sene 2025 çünkü. Hala bir asır öncesinin siyasi hırslarıyla yapılan operasyonlar ve manipülasyonlarıyla nereye kadar…
Anılarım
Çerkez Ethem
Berfin Yayınları
1993
Yazar: Salih BORA –
Yayın Tarihi: 18.04.2025 09:00 –
Güncelleme Tarihi: 22.04.2025 16:28